Salı, Aralık 29

piçAşk!

Avucumu açtım. Sol avucumu. İçim boş, avuç içim bomboş.
Sıra geldi diğerine! Ancak bu sefer önce gözlerimi kapattım.
‘Bir umut’ derdim eskiden olsa, ancak bu sefer yok öyle bir şey!
Kendimi haklı çıkarmak için gözlerimi açtım ve boş sağ avucuma baktım.

Şimdi bana söyler misin, nasıl yeniden oturulur o masaya? Buselik makamına…
Eskisi gibi dolar mı o kadehler?
Bir tebessüm uzatan olur mu dersin elden ele, masanın bir ucundan ta ötekine?
Aklın devrinde darmadağın olduk ve ben masadan kalktım bir kere!

‘Meğer benmişim o gözlerin içinde yanan’ dedikten sonra
Birisi bana söyler mi, nasıl çıkacağız buselik makamına?

Çünkü artık gerçekten mecnun adını anmak istemiyorum. Leyla desen fasıllarda ve öyle görünüyor ki Mevla’yı bulma yollarında ben bir hışım siktir çektim aşka, ama o piç giderken umudu da almış yanına!

Oysa ne de güzel uyuyordu koynumda.

Şimdi söyler misin bana, nasıl yeniden başlarım yazmaya?

Perşembe, Mayıs 21

etraFıM sArıldı


Gerçekten çok uzun bi haftasonuydu. 2 gündür sokaktaydım. Gürültülü kalabalık için haftanın ilk iş günü sona ermişti bile. Bense aylardır yatıyorum biliyorsunuz. Biraz da bu yüzden uzun zamandır görüşmedik sizinle.

Ancak Ruhşen ile verdiğimiz ara gerçekten çok uzundu.

Zaman belli değildi ancak mekanı kestirmek işten değil!



Bir Pazartesi gecesi, Tünel’in sonlarına doğru; hostellerle dolu bir sokakta ve güzelim, canım Ruhşen’im yine karşımda.

- Etrafım sarıldı!

İşte yine kendine has bir merhaba:) Bunca zamandan sonra... Ruhşen’in dudaklarından, benim kulaklarımı yalayan ılık nefesin getirdiği ilk ses.

- Ucuz bir orospu kokusu! Benim ağzımdan çıkansa buydu.

Bilmem hatırlar mısınız? Ruhşen söz konusu olunca ben hep biraz agresifimdir.
Ne de olsa, aşk hala hefretin am biti!

Aldırmadı bile... Aylar sonra gelen bu buluşmayı kendi planlamış gibi başladı bir anda.
Uzun zaman olmuştu ve yine iki çift lafı vardı:

>> Yüksek egoların tepiştiği göğe bakarken gözlerimi yıldırımlardan alamadım. Her bir kaybedenin yanında olacağıma dair söz verdiğimden beri... çok yoruldum.

Benim bütün güzel çocuklarım... hepsi çaresizce aşık olmak istiyor. Aşık olanlar ise evlenmek, evlenenlerse daha büyük bir eve taşınmalı ki sıkılmasınlar.
Malesef kimse artık güzel sevişemiyor ve en acısı bunun hakkında kimse konuşmuyor!

İşte nihayet eve taşındıktan sonra sıkıntı başlıyor.
Kira kontratı kağıt üzerindeki anlaşmaların en kuvvetlisi oluveriyor. Mürekkep kardeşliği kuruyor ve artık malesef anti depresandan değil, yalandan korkman gerektiği günler geliyor.


Saat 8:20 Ofis yolundasın, Billboardlar haftalardır aynı
Saat 10:17 Güzel bir gün bile değil! Oysa ki makyajın abartılı, kravatın janjanlı
saat 19:31 O kadar aynısın ki dünden; uzandığın o koltuktan kalkma bile

Ve Saat 23:43 siktir ya, saat ne ara oldu 23:43??


Geç kalma, geç kalkma! Geri bakma, bakımsız kalma. Kalkışma, karıştırma.

Asla sorgulama ve elindekini sayma, niyetini bozsan da rahatını bozma.

Bir an bile yanlız kalma!

ve tabii paylaş! Eşinle hayatını paylaş... eşinle maaşını paylaş! Doğru orantıyı kur, sözleşmene uy!


Etrafım ölüler tarafından sarıldı; öyle ki, en ufak bir hayat belirtisi için sol kolumu bile feda ederdim.

Senin gibi birine dönüşmekten gerçekten çok korkuyorum. Zira duyduğum kadarı ile, zamanında, uzun zaman önce... sende inanırdın böyle saçma şeylere? <<


Ruhşen gerçekten muhteşem bir kadın!

Üstünden bütün bir şehrin arsızlığı geçti.

Yetmedi, kendini yeni yetme aşk deneylerine koşulsuz teslim etti .

En sonunda, bulabildiği en derin çukuru gözüne kestirip dibine kadar denedi!!


Biz onu boğuldu sanarken, nihayet kendine geldi!


Zaten hiç bir zaman pişmanlık duyacak kadar salak biri olduğunu düşünmedim. Bu yüzden, söylediklerine hiç şaşırmadım.

Ancak günlerdir beni heyecanlandıran bir keşfim var ki, düşüncesi bile tahrik ediyor...


Ruhşen artık kendine hakim ve sadece ihtiyacı kadarını alıyor!

Pazar, Mart 8

Habit!ti Bitecekti!

Kalbim hızla atıyor.... Hatırladığım kadarıyla zararlısın. Yine de, beraber getirdiklerinle... seni içime çekiyorum.

Bir nefes ve bir nefes daha.

Ateşin tam sönecek gibi olduğunda, elimde hatıra bir çakmakla alevi çağırıyorum.

Aklım seni arıyor. Dudaklarım alışık; ellerimle barışıksın. Duygularım ilk nefesi çekene kadar karışık ama sonrasında tadın..... kokunla geliyor.

Vazgeçmek için henüz çok erken.

Daha yetmiyorsun.

Daha çok olmalısın...

Hatta bir an yok olmalısın!!

Kısa bir an ve ben başka bir yerdeyim. Nefesimi dışarı veriyorum, yanına eğiliyorum... seni alıp doğurulduğumda olacakları biliyorum. Sonrası her seferinde belirsiz; bazen pürüzsüz ve tertemiz ama çoğu zaman fazla kuvvetli.

Kim kime hizmet ediyor artık net değil.

Kirli beyaz; hatta sarı bazen. En güzel teklifi, varlığı. Orada ölece uzanmış sere serpe beni bekliyorsun. İncecik, bembeyaz.

‘İçine en son girdiğimde, vaad ettiklerimin tamamını vermedim mi?’

Haklısın. Sen hep dürüstsün. Beni sarsarak benden kurtardın ancak bu en fazla 20 dakika sürdü.

Biliyorum; anlaşmamız buydu ve bu da benim teslimiyet manifestom.



Ben; Yusufcuk, tüm bu olanlara bağımlıyım ve henüz aksine ikna olamadım.